Nedim Gürsel’in “Allah’ın Kızları” romanı epey
konuşulmuştu. Orada Hz Muhammed’i roman kahramanına dönüştürmüştü Gürsel ve
kitap muhafazakâr kesimin pek hoşuna gitmedi. Şimdi yeni romanı var raflarda:
“Melek Şeytan ve Komünist.” Bir söyleşisinde “bu roman da muhafazakâr solcular
olarak niteleyebileceğim bir kesmin tepkisini çekebilir”1 diyor.
Aynı zamanda kitabının bomba etkisi yaratacağından emin. Sağ kalmaya çalışarak
okudum bu bomba kitabı.
Roman üç koldan ilerliyor. İlk bölümde, Nâzım
Hikmet üzerine biyografi hazırlamış bir yazar, elinde şairle ilgili belgeler
olduğunu söyleyen mechul bir ses tarafından Berlin’e çağırılıyor. Yazar, sesin
sahibine ve belgelere ulaşana kadar Berlin’de dolaşıyor ve buradaki anılarını
hatırlıyor. Aklında hep Nâzım var; onunla birlikte Doğu Almanya deneyimi.
Aklına sık sık gelen diğer kişiyse, bir dönem bu şehirde ilişki yaşadığı İpek
adında bir fahişe ve İpek’in bembeyaz, dolgun “ikizleri”.
İkinci bölüm belgelere ayrılmış. Sahibi,
Doğu Almanya Gizli Servisi Stasi’ye muhbirlik yapan Ali Albayrak. Onun
raporlarından oluşan “gizli belgelerde” Nâzım Hikmet’in Türkiye’den ayrıldığı
dönemde neler yaşadığını okuyoruz. Şairin aşklarıyla soslanmış raporlarda,
vurgu Nâzım’ın Troçkistliğinde ve Stalin karşıtlığında.
Üçüncü fasılda Ali Albayrak’ı tanıtıyor bize
yazar. Kimdir Ali Albayrak? “Eski bir komünist”, eski bir asker ve muhbir. Bu
bölümün sosunu ise, Ali Albayrak’ın yaşadığı cinsel taciz, “piç”liği ve
eşcinselliği oluşturuyor.
Bir
Yazarın Portresi
Berlin sokaklarında dolaşan Nâzım hayranı, belge peşindeki yazarın kim
olduğunu anlamaya çalışalım: Pekala onun için de –kitaptaki genel kurala
uyarak- “eski bir komünist” diyebiliriz. Çünkü, Marx ve Engels’in heykelleriyle
karşılaştığında şunu söylemekten kendini alamıyor: “Karl Marx ve Engels’in
heykellerine dokunulmamıştı. Yıllar boyu üzerine titrediğim, haklarında kimseye
tek olumsuz söz söyletmediğim iki ahbap çavuşa doğru çekildiğimi hissettim.
Gövdemin derinliklerinden gelen, karşı konulmaz, tuhaf bir duyguydu, dev bir
mıknatıs beni o yana doğru çekiyordu sanki. Marx oturmuş, Engels ayakta
duruyordu. Kendilerine güvenleri tamdı ahbap çavuşların. Gidip Marx’ın kucağına
oturmak geldi içimden. ‘Gençliğimin tüm enerjisini çaldın, bir hırsızsın sen!’
diye haykırmak.” (s. 77)
Marx ve Engels’i ahbap çavuş ilişkisi içinde gören
yazarın Lenin’e karşı tavrı da net: “Çözümün Lenin’e dönüşte olduğunu sanıyordu
üstat, oysa yara çok daha derinde, Lenin’in bizzat kendisindeydi.” (s 71)
Belli ki romanın kahramanı “yazar”, geçmişinden hiç hoşnut değil,
neyse ki çoktan o günlerle hesaplaşmasını yapmış ve defterini dürmüş. Zaten
biraz sonra da “Ne hayallerim vardı ne de uğruna hapse atılmayı, sorgulanmayı,
sakat kalmayı, hatta öldürülmeyi göze alabileceğim bir ülkü. İçimde çoktan
sönmüştü devrimin ateşi...” diyerek bunu vurguluyor. (s 98) Bu cümleleri bir
özeleştiri olarak da algılayabiliriz:
Gençliğinin tüm enerjisini harcamış ama hiçbir zaman o ülküye sahip
olmamış.
Muhbirin
Raporlarında Nâzım Hikmet
Başta belirtmiştim, bir muhbirin hazırladığı
raporlardan müteşekkil belgeler. Üstelik, sıradan bir muhbir değil bu. Bir
dönem şaire âşık olmuş, Harbiye davası sonrasında “onun yüzünden” hapis yatmış,
ardından, “körükörüne bağlı olduğu parti fikirlerine” karşı geldiğini düşündüğü
için Nâzım’dan nefret eden biri. Hal böyle olunca belgeler şaire karşı
ithamlarla, alaylarla dolu. “Yazanın bakış ve görüş açılarını yansıtsalar da,
içerik bakımından şairin sürgün yıllarında yaşadıklarını, siyasi duruşunu,
yolculuklarını ve aşklarını kapsıyor2” diyerek, aktardıklarının
tümüyle gerçek olduğunu belirttiği bu fasılda Nedim Gürsel, “körü körüne
inancı” sorgulamak peşinde. Peşinde olduğu başka bir konu ise “TKP’nin tutucu
anlayışına da radikal bir eleştiri getirmek”3. Tüm bunları Ali
Albayrak’ın kalemiyle yapıyor olması ayrıca dikkate değer.
Öyleyse şimdi de Ali Albayrak’ın nasıl biri olduğuna bakalım. Aslında, Nedim Gürsel de bunu bekliyor bizden. Aksi halde ona ve
geçmişine romanında geniş alan ayırmazdı. Belli ki biçarenin neden böyle davrandığını anlamamızı istiyor.
Albayrak, babasının kim olduğunu bilmeyen (yazarın
deyimiyle) bir “piç”.
Hayli zor geçen çocukluğundan sonra Harbiye’de öğrenim görmüş bir asker.
Eşcinsellikle de o yıllarda tanışıyor. Gürsel’in, bu karakteri yaratırken amacı
“geleneksel değerlerle, ataerkil ahlak anlayışıyla uyuşmayan, marjinal bir
kahraman yaratmak4”mış. Ona ilham veren ise yine eski bir TKP’li
olmuş. “Boğazkesen” romanının Almanya’daki tanıtımında, “Ben koskoca Fatih’e
ibne dedirtmem” diye çıkışmış orada bulunanlardan biri. Sonra öğrenmiş ki,
çıkışan eski bir TKP’li. Bunun üzerine Gürsel de “romandaki TKP’li eşcinsel
olsun bakalım, nasıl olacak5” demiş. Bu eşcinsel TKP’liyi asker
kökenli yapmak da ona ilgi çekici gelmiş olmalı.
Albayrak’ın
komünistliği
Ali Albayrak, Nâzım’la tanıştıktan sonra
soyunuyor komünizm meselesine. Sözde, şiirlerinden etkileniyor ama bunun gerçek
olmadığını çok geçmeden öğreniyoruz. Çünkü
“herkes hem kendi havasında, kendi dünyasında hem başkalarıyla; bir o yalnız,
hep böyle tek başına kalabalıkta. Partiye biraz da bu yalnızlıktan kurtulma
çabası, bu yakınlık arayışı yöneltti onu, yoksulluğu ortadan kaldırıp halkı
kurtarma sevdası değil. Burjuvazinin saltanatına son vermek hülyası hiç değil.”
(s 273) Ardından “parti genel sekreteri Fuat Bananer’in sayesinde Moskova’ya
düşecekti yolu. Marksizmi orada öğrenecek, Kızıl Meydan’ı da, Lenin’in kabrini
de, elinin körünü de orada görecekti.” (s 274)
Görüldüğü gibi “ne adam ne bir baltaya sap olamayıp, komünist olmuş” (s 224)
jurnalcinin partisine, Sovyetler
Birliği’ne körü körüne bağlılığı da, “eski tüfek”liği de palavra. Onun da
hiçbir zaman ülküsü olmamış, tıpkı romanın kahramanı yazar gibi. Yazar gibi,
Albayrak da hayatının tüm enerjisini aslında hiç inanmadığı “elinin körü” bir
uğurda harcamış.
Aslında, yazarla ortak bir noktaları daha var.
İkisi de deyimleri, mesela “ahbap çavuş” demeyi seviyor. Yoksa Ali Albayrak, Nâzım’ın
Türkiye’den kaçışını raporunda anlatırken, “Motor birden stop etmez mi! Tam
bizim ahbap çavuşlar denizin dibini boylamak üzereyken, ne garip gemi
yavaşlamış” demezdi, değil mi? (s 124)
Üslup
Sorunu
Buraya kadar “Melek Şeytan ve Komünist”in
meselesini ortaya koymaya çalıştım. Şimdi meselesi kadar önemli başka bir konuya
geldi sıra. O da romandaki üslup sorunu. Ben bu ismi verdim, ama siz –az sonra vereceğim örnekleri okuduktan
sonra- buna isterseniz mizah, isterseniz alay ya da aşağılama deyin.
Romanın kahramanı yazara göre “sahi, o
zamanlar duvar vardı, kesmece Diyarbakır karpuzu gibi ortadan ikiye bölünmüştü Berlin’i”.
(s 15) O sıralarda Nâzım Hikmet “Marx ve Engel’in kitaplarını hatmeklekle
meşguldü ‘Hafız-ı Kapital’ olabilmek için.” (s 21) Şair’in partiye katılmasıysa yazara göre bir ülküye sahip olduğundan
değil – belki kendisi ve muhbir gibi- yalnızlıktan kurtulmak içindi.
Yazarın bunu ifade ederken kullandığı bir kelime gerçekten bomba etkisinde:
“Annesi de, o devrin kadınlarında pek alışık olmadığımız bir davranışla pek
ilgilenmemişti oğluyla. Bahriye Mektebi’ne verildiğinde yalnız ve küskündü.
Birkaç yıl sonra Moskova’da Ekim Devrimi’yle tanışınca ailesi bilmişti
komünistleri. Bir daha da ömür boyu kopamamıştı onlardan. Çocukluğunda yaşadığı
kopuşlar canına yetmiş, iki çocuklu, dul bir kadın olan büyük aşkı Piraye’ye
sığınmadan önce Lenin’in manevi eniklerinden oluşan başka bir aileye
sığınmıştı.” (s 48) Ali Albayrak da benzer bir üslup sorunu yaşamakta.
Öyle ki, ihbar ettiği ve kendi elleriyle felaketine neden olduğu, işkencede
ölen yeğeni Çelik’ten söz ederken “ve Çelik’e su verildi” göndermesini
yapmaktan geri durmuyor.
Aslı
Bomba Romana Düşünce
Epey bölüp parçaladık romanı. Bu kez uzaklaşıp
geneline bakalım. “Melek Şeytan ve Komünist”, aktardığım fikirleri
dillendirirken, öyle zaaflara düşüyor ki, Nedim Gürsel’den bu kadarını
beklemiyorsunuz. Romanda sık sık, kahramanının yalnızca bir biyografi yazarı
olduğunu vurgulaması, “romancı, büyük bir üslup ustası değilim, sıradan bir
biyografi yazarıyım bu da sıradan bir komünist olmaktan pek farklı sayılmaz” (s
93) diyerek kendini temize çıkarma çabası da onu kurtaramıyor. İlk bölüm, bir
finale bile gerek duyulmadan, “Peki ya sonra? Sonrasını biliyorsunuz zaten,
İpek’le hikâyemi de, Berlin hikâyesiyle birlikte anlattım dilim döndüğünce.
Şimdilik benden bu kadar” (s 117) cümlesiyle bitiveriyor. Bitiyor ama
sonrasındaki bölümlerde de yeni bir ses yaratma zahmetine girişmiyor Gürsel.
Yazar ile Ali Albayrak’ın aynı üslupla konuştuklarının örneğini vermiştim.
Yazarın İpek’le yaşadıklarını hatırlarken ikide bir “dolgun, bembeyaz
ikizlerini nasıl ağzına verdiğini” söylemesinin neye hizmet ettiğini anlamak
mümkün değilken, Gürsel’in, İpek’le Albayrak’ı Berlin gibi büyük bir şehirde,
tesadüf eseri karşılaştırması da hayli zorlama görünüyor.
Yazarın
Sorumluluğu
Nedim Gürsel, “romancının sorumluluğu önce
kendisine, sonra okurlarına karşıdır”6 diyor bir söyleşisinde. Yine
aynı söyleşide, “romandaki yazar Nedim Gürsel midir?” sorusuna şöyle yanıtı
veriyor: “Romandaki o karakter, bazı yönleriyle bana benziyor, bunu yadsıyamam.
Zaten benzetenler de çok oldu. Ama o, biyografi yazarı sıfatıyla ‘Şeytan, Melek
ve Komünist’in, yani bir romanın kahramanı, bense yazarıyım.” Bu cümlelerden
cesaret alıp, “biyografi yazar”ın
kitaptaki şu sözlerini, Gürsel’in ağzından yineleyelim: “Ey okur, ben burada
Berlin’de7, sana hizmet için yine yollardayım, ya sen neredesin?
Cinsi tükenen komünistler gibi sen de silinip gittin mi yeryüzünden, yoksa bir
yerlerde gizlenmekte misin?” (s 95) “Komünistlerin cinsi” yeryüzünden silinip
gitmemiştir. Ancak, kendisine karşı sorumluluğunu yerine getirmeyen bir yazarı,
okurlar, mutlaka ardında bırakıp gideceklerdir.
Dipnotlar:
1- 3 -5: Banu Duran’ın Nedim Gürsel ile
söyleşisi, Vatan Kitap, http://pazarvatan.gazetevatan.com/haberdetay.asp?hkat=1&hid=16688&yaz=G%FCncel
2- 6: Roman Kahramanları dergisi, Nisan
sayısı, Nedim Gürsel ile söyleşi
4: Bülent Günal’ın Nedim Gürsel ile söyleşisi,
Habertürk, http://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/606643-romanima-muhafazakar-solcular-tepki-gosterebilir
7: Nedim Gürsel “Melek Şeytan ve Komünist’i
Berlin, Paris, İstanbul üçgeninde yazmış. Bu cümleleri de pekala Berlin’de
kurmuş olabilir.