10 Mart 2015 Salı

Sanat tarihçisi Ali Artun anlattı: MUHAFAZAKÂR ÇAĞDAŞ SANAT

"Eğer bugün, Dubai ve Abu Dhabi dünyanın önde gelen birer finans merkezi ve lüks tüketim odağı haline geldilerse, bunda şeriatçı İslam monarşilerinin çağdaş sanatla kurduğu ittifakın etkisi büyüktür."


Günümüzün en zengin çağdaş sanat koleksiyonları Katar Emiri’ne ait. En görkemli çağdaş müzeler ise Abu Dhabi’de. Yani şeriatla yönetilen Arap Emirlikleri, çağdaş sanat zengini.
Türkiye’ye baktığımızda, “muhafazakâr sanat” söylemi, çeşitli yollarla, sanatın her alanında hâkim kılınmaya çalışılıyor.  Çağdaş sanat ise, fuarlar, bienal, müze ve müzayedelerde Türkiye’de altın çağını yaşıyor. Bu gelişmelere, Dolmabahçe Sarayı’ndan sürülerek geçmişle bağı koparılan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin adının “çağdaş sanat müzesi” olarak değiştirilme çabasını da ekleyelim.
Manzaraya bakınca, haliyle insan düşünmeden edemiyor: Nasıl oluyor da birbirine zıt görünen “muhafazakârlık” ve “çağdaşlık” kavramları yan yana gelebiliyor? Hatta birlikte gelişiyor ve birbirini olumluyor? Bu soruları, sanat tarihçisi Ali Artun’a yönettim. “Bugünkü muhafazakâr rejimlerin sanatı ‘geleneksel sanatlar’ değil, daha ziyade çağdaş sanattır” diyen Artun’un anlattıklarını, hiç araya girmeden aktarıyorum.

Modernliğe karşı
Muhafazakârlık ile çağdaş sanat arasındaki ortaklık, en başta, ikisinin de modernliğe karşı olmasından kaynaklanıyor. Küreselleşme bir anlamda modernliğin tasfiyesidir. Ulusallığın, bireyselliğin, evrenselliğin, sekülerizmin, kamusallığın, rasyonalitenin... Modernliğe ait normların parçalanmasında çağdaş sanat önemli bir rol oynuyor. Normlar parçalandığında da ne oluyor? Bir kültürel rölativizm geliyor. Dünyanın toplumsal farklılık yerine kültürel farklılık üzerine örgütlenmesinde çağdaş sanat çok kullanıldı. Doğu Avrupa’daki tarihçiler bu hadiseye “sanatın Balkanlaştırılması” diyor.

Tarihin silinmesi
Çağdaşlık tarihi siliyor; “şimdi”ye indirgiyor. Borges “şimdinin sonsuzluğu”ndan bahsediyor. Estetik normlarından ve tarihinden kurtulan sanat, sürekli yeniden anlamlandırılıyor, sürekli güncelleniyor. Sonunda sanat eleştiriden yalıtılıyor. Çünkü eleştirinin referansları yok oluyor. Böylece çağdaş sanat, muhafazakâr kültür politikalarıyla kaynaşabiliyor. 
Bu demek değildir ki, sanatçılar topyekûn muhafazakârlaşıyor. Çünkü bu kaynaşma, sanatçıların iradelerinin ve sanatlarının ötesinde bir durum. Benim değindiğim, çağdaş sanatı kendilerine mal eden güçlerin, onu nasıl kullandıkları ve anlamlandırdıkları. Yani, çağdaş sanata ilişkin egemen ideoloji ve teknolojiler. Bunları da alt edecek olan en başta gene sanat. Dolayısıyla zamanımızda da siyaset, muhalefet, itiraz, vb sanatın bağrında duruyor. Nihayetinde Gezi de, en azından situasyonist anlamıyla, bir sanat olayı değil miydi? Ama işte, bu başkaldırılar, çağdaş iletişim teknolojilerince ele geçiriliyor ve yeniden anlamlandırılıyor. 

Sanat, iletişim aracı
Sonuçta, tarihinden, felsefesinden (estetikten), eleştiriden yalıtılmış olan sanat özerkliğini kaybediyor ve kolayca bir iletişim dili olarak işlevselleştirebiliyor. Küreselleşmenin bir adı da iletişimsel kapitalizm. Guattari semantik bir savaştan bahsediyor. İşte bu ortamda, Arap Emirlikleri kendini çağdaş sanatla markalandırabiliyor, pazarlıyabiliyor. Floransa, Paris ve New York’un ardından, zamanımızda dünyanın sanat merkezinin Doha olduğu konuşuluyor. 

Metropolleri satmak
Küreselleşme uluslararası değil de metropoller arası rekabete dayanıyor. 
Şirketlerin, bienallere, fuarlara, müzayedelere, sanat bankacılığına bu kadar yatırım yapması nereden kaynaklanıyor? Çünkü çağdaş sanat , zamanımızda metropoller arası rekabetin örgütlenmesinde son derecede etkili bir mecra. Piyasayı olumluyor, estetikleştiriyor. Eğer bugün, Dubai ve Abu Dabi dünyanın önde gelen birer finans merkezi ve lüks tüketim odağı haline geldilerse, bunda şeriatçı İslam monarşilerinin çağdaş sanatla kurduğu ittifakın etkisi büyüktür. 

Gösterileşen müzeler
Çağdaş sanatın muhafazakârlıkla bağdaşmasının diğer bir yolu da, müzenin giderek bir gösteriye, medyaya dönüşmesidir. Bu mimarlıkla başarılır. Bilbao Guggenheim Müzesi’nde olduğu gibi, artık müze gezmek öncelikle mimari bir deneyim haline gelmektedir. Bugün özellikle Abu Dabi ve çevre kentler birer müze adasına çevrilmiştir. Hepsi de dünyadaki bir avuç yıldız mimar tarafından tasarlanan ve müzelerin başı çektiği dev yapılar, Emirliklerin, çağdaş mimarlık rönesansının merkezi olduğu efsanesini beslemektedir. Guggenheim’dan sonra Louvre da Abu Dabi’ye taşınmaktadır. Bu çok semboliktir. Çünkü bir anlamda Fransa’yı, hatta modernliği kurduğuna inanılan, Fransız Devrimi’nin simgesi Louvre, şimdi modernliğe son veren bir monarşi tarafından satın alınmıştır. 

* Bu konuda daha ayrıntılı bilgiye ulaşmak isteyenler, Ali Artun’un editörlüğünü yaptığı, İletişim Yayınları’nda SanatHayat dizisinden çıkan “Çağdaş Sanat ve Kültüralizm” kitabını okuyabilirler. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder