22 Kasım 2014 Cumartesi

Akillas Millas'la "Hâlâ Hatırlıyorum" sergisi üzerine - 6 Temmuz 2013

“Hâlâ Hatırlıyorum” sergisi, Akkilas Millas’in koleksiyonu ve arşivi üzerinden Büyükada’yı anlatıyor

Belleğin yoksa, sen yoksun

İstanbul, kente kimlik kazandıran Emek Sineması, Haydarpaşa, AKM gibi yapılarını kaybetme tehdidi yaşar ve bu yok oluşu durdurmak için çeşitli platformda direniş sürerken, Adalar Müzesi’nde bir sergi açıldı. Adaların geçmişini yansıtan, Akillas Millas koleksiyonunun sunulduğu serginin, tam da bugünlerde açılmasının ayrı bir anlamı var. Çünkü burada sergilenen kartpostallar, çizimler, belgeler, fotoğraflar, izleyicilerine usul usul aynı cümleyi fısıldıyor: “Belleğin yoksa sen yoksun, yurdun da yok.”

Müzenin Çınar alanındaki sergiyi görmek, hikâyesini dinlemek için koleksiyonun sahibi Akillas Millas’la adada buluştuk. Geçmişi eskilere uzanan Splendid Otel’de karşıladı bizi. Bu oteli seçmesi öylesine değil. “Ben adının her köşesinde bir şeyler arıyorum” diyor Millas. Splendid Otel’de aradığı da önünden geçip içeriye giremeyen siyah perçemli çocuk... Çok sonra, eşiyle evlendikleri gece, son vapurla adaya gelip 59 numaralı odada kalan gençliği... O gün bugündür de ilkbahar ve sonbaharın iki haftasını yine bu otelde, aynı odada geçiriyorlar.

Sergiden söz etmeden önce Akillas Millas’ın kimliğini hatırlamak gerek. 1934 doğumlu Millas, Beyoğlu’nda Kumbaracı Yokuşu’nda doğmuş ama kendini bildi bileli Adalı. 4-5 aylıkken annesinin kucağında geldiği zamandan şimdiye, yerlilerin “göç” dedikleri yazlıkçılardan olsa da, burası onun yurdu olmuş.

Buluştuğumuzda, uzun uzun, yüzyıldan öteye dayanan aile geçmişini anlatıyor bize. Çoğunluğunu Rumların, kalanını laventenlerin oluşturduğu binlerle ifade edilen nüfusuyla, danslı suarelerin, Yatch Külup’te baloların yapıldığı zamanları...  “Saray” dediği, o zamanlar elektriği suyu yok, altı kagir üstü ahşap, artık yerinde olmayan, Hristo mahallesindeki evlerini.... Top oynanan çayırları, görkemli köşkleri, herkesin birbirini tanıdığı halkını...  Yerimiz söylediklerini aktarmaya yetmez. Neyse ki tümünün yansımasını sergide bulmak mümkün.

Millas’ın dedesi ve babası doktor. O da henüz 4 yaşındayken “büyüyünce ne olacaksın” sorusuna verdiği yanıtla geleceğini şekillendirmiş. “Akillas Millas, doktor.” Bu tamlamanın izinde mesleğini seçmesine karşın, ülkenin o dönemdeki en önemli spor cerrahlarından biri olmasının nedeninin “soyunma odalarının kokusu” olduğunu söylüyor: “Ben hep spor yaptım, sporla hep ilgim oldu. İstanbul birinciliklerim, ikinciliklerim var. Soyunma odalarının has bir kokusu vardır. Ben o kokuyu aradım ve doktorluğumda buldum. Spor hekimi olarak gittiğim maçlarda, o kokuyu buldum ve doktorluğu böylece sevdim.”

Tarih 1980’i gösterdiğinde ise Türkiye’den ayrılmış Millas ailesi. Ülkedeki karmaşa, Rumların ülkeyi terk etmeye başlamasıyla onlar da Yunanistan’a yerleşmiş. Ancak oradaki günlerinin hep sitemle, “buraya neden geldik, niye buradayız” sızlanmalarıyla geçtiğini söylüyor. Sonrasında doktorluğu bırakmış ve kendini Adalarla ilgili çalışmalarına adamış. Bugün, çoğu adaları anlatan ve yakında dilimize çevrileceği müjdesini aldığımız 20’nin üzerinde kitabı var. Kitapların yaratılmasında en büyük yardımcısı ise ayrılırken yanında götürdüğü geniş arşivi olmuş.

Millas, anneannesinin kartpostallarıyla başlamış koleksiyonunu oluşturmaya. Sonra adaların zamana yenik düşen, ya da yanıp yok olan, betonlaşan yapılarının fotoğraflarını çekmiş, çizimlerini yapmış. “Çizimlerle onları restore ettim” diyor Millas. Mimari titizlikle, her detayı birebir yansıtarak Büyükada’nın, Heybeliada’nın neredeyse bütün yapılarını, mahallelerini çizmiş. Sonrasında ise seyyahların, tarihçilerin kitaplarından edindiği bilgilerle, müzayedelerde karşılaşıp satın aldığı belgelerle bu koleksiyonu geliştirmiş. İşte, bir yıl boyunca Adalar Müzesi’nde izlenimde olacak “Hâlâ Hatırlıyorum” isimli sergi, o koleksiyonun bir derlemesi.


Sohbetimizin en başında, “Adalar İstanbul’a nazaran daha az değişti” demişti Millas. Bu nedenle de “Hâlâ Hatırlıyorum” sergisi, denizin bu yakasındaki bizler için adeta bir işaret fişeği. Haydarpaşa’nın, Emek Simenası’nın, AKM’nin, onlara ilişkin anılarımızın yaşamın içinde halen var olabilmesi için bir uyarı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder