Hasan Ali Toptaş yeni romanı Heba’yı ve yapıtlarındaki taşra imgesini anlattı
‘Gaddarlık doğamızda var’
Hasan Ali Toptaş yeni romanı Heba’da, okuru iyilik-kötülük ve onlar üzerinden
minnet duygusu hakkında düşündürüyor. Romanın sonunda esaslı bir soru kalıyor
okura: İyiliğe duyduğunuz minnet nedeniyle canınızdan olursanız, hayatınız heba
mı olur?
Bir “şey” metni çağırır ve onu yazdırır, sanırım. Heba nasıl bir
kaynaktan doğdu?
Nereden düştüyse aklıma minnet
duygusu düşmüştü, Heba’ya öyle başladım. Fakat ana eksen sandığımız şey bazen
sadece bizi harekete geçiren yahut cahil cesareti veren bir kuvvet olarak
kalıyor tabii. Ya da ana eksen olmaktan çıkıp metnin içinde tali bir şeye
dönüşüyor. Heba’da da öyle oldu.
Ölü Zaman Gezginleri kitabınızda “Yabu” öyküsü Suriye sınırında geçer.
Heba’nın neredeyse merkezini oluşturan “Sınır” bölümü de Suriye sınırını anlatıyor.
Hatta Yabu karakteri de romanda okura kendini hatırlatıyor. 25 yıl sonra, sizi
yeniden buraya getiren neydi?
Ceylanpınar’a yabancı değilim,
dediğiniz gibi 25 yıl önce Yabu öyküsünü yazdım. Belki bilinçaltım götürdü beni
oraya yeniden. Ceylanpınar’a gidince de Yabu’yu görmemek olmazdı tabii, onunla
karşılıklı çay ve sigara içmişliğimiz var. Ayrıca, kendi metinlerim arasında
bir gezinti bu. Heba’da, hamaz sanılan toz bulutunun içinden çıkan motosikletli
postacı da ola ki Gölgesizler’deki postacıdır.
Bir yanda iyilik, Ziya ve Kenan’ın karakterinde en saf haliyle duruyor.
Oysa siz iyiliğin üzerini örter gibisiniz; Ziya yaptığı iyiliği anımsayamıyor.
Diğer tarafta ise en somut haliyle kötülük var. “Sınır” bölümü militarizm eleştiri gibi
okunabilirse de, romanın bütünü, gaddarlığın sadece askerliğin değil, insanın
doğasında olduğunu gösteriyor. Heba “insanın insana ettiğinin” ifşası mıdır?
İyiliğin üzerini örtmüyorum,
öyle bir çabam yok. Belki ortalığı saran kötülüğün gürültüsü örtüyor onu.
Ayrıca, Kenan’a ettiği iyiliği Ziya hatırlamıyor zaten; hatırlamıyormuş gibi
yaptığı yahut bile isteye unuttuğu sanılıyor ama biz biliyoruz ki hatırlamıyor.
Minnet duygusunun bir ucu boş olsun istedim orada, Kenan’ın derinliklerine
doğru bir hançer gibi tek yönlü işlesin dursun. Aynı duygu Ziya’ya geçiyor daha
sonra ve onda da yine tek yönlü işliyor. Öteki ucu boş. Gaddarlık insanın
doğasında var evet, fakat ben romanın sayfalar boyu söylediklerini birkaç
cümleyle söyleyivermekten de korkuyorum şu anda. Biliyorsunuz, roman konuşmaya
başladığında yazar susmalı derim hep. Bu yüzden, soruların uzağından uzağından
geçiyorum gördüğünüz gibi.
Taşra, eserlerinizde geniş yer buluyor. Bu kez de halkın kaybolmaya yüz
tutmuş kelimelerinin peşine düşüyorsunuz. O kelimelerle, zihnimizdeki taşra
imgesinin kaderi aynı mı dersiniz?
Zaman zaman şunu düşünürüm; gün
gelecek, insanlar birazcık nefes alabilmek, sükûnet denen şeyi hatırlayabilmek
ve azıcık da olsa yavaşlığı tadabilmek için akın akın taşraya doğru koşacaklar
ama onu yerinde bulamayacaklar. Bunun olacağına inanıyorum. Heba’da birçok
şeyin yanı sıra, unutulmaya yüz tutmuş bazı inceliklere, kaybolup giden bazı
geleneklere dokunmaya çalıştım. Bunu yaparken, can çekişen bazı kelimeleri ve
söz kalıplarını da canlandırmaya çalıştım.
Dünyaca
ünlü Bloomsbury yayınevinin ilk Türk yazarı oldunuz. Eserlerinizin tamamı
İngilizceye çevrilip Avrupa’da, Amerika’da yayımlanacak. Londra Kitap Fuarı
yeni bitti ve Türkiye fuarın konuk ülkesiydi. Siz fuara katılmadınız. Son
yıllarda Türkiye’deki fuarlara da katılmıyorsunuz. Eserleriniz dünyaya
açılırken, sizin bu tavrınızın nedeni nedir?
Bazı insanlara şaka gibi geliyor ama ben fazlasıyla
utangaç biriyim. Üstelik heyecanlıyım, kalabalık karşısında paniğe kapılıyorum,
elimi kolumu nasıl tutacağımı, gözlerimi nereye çevireceğimi bilemiyorum. Aklım
da karmakaraşık oluyor bunlarla birlikte ve sonuçta konuşamıyor, kem-küm edip
duruyorum. Ayrıca, bir ay sonra herhangi bir yerde konuşacaksam, bir ay boyunca
hiçbir şey yapamıyorum telaştan. İnsanlar benim bir gün, iki gün kaybedeceğimi
düşünüyorlar ama öyle değil, bir ay önceden haber verilmişse tamı tamına bir ay
kaybediyorum. Yurtdışı davetlerini de beş yıldır geri çeviriyorum. Çünkü benim
pasaportum lacivert, konsoloslukların vize kuyruklarında elimde evrak günlerce
beklemek istemiyorum. Onur kırıcı bir şey bu. Londra Kitap Fuarı’na da bu
nedenle gitmedim. Belki bir gün yeşil pasaportum olursa giderim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder