Aydan Çelik'in "Bi Tur Versene" kitabı üzerine..
Zincirle Özgürlüğü Buluşturan Zımbırtı
Babasının bisiklet alabildiği şanslı
veletlerdendim ben. Üç kardeş ortak kullanacaktık, ama ablam ve benim ısrarımla
seçilen pembe bisikletin sefasını erkek kardeşim sürdü. Renk seçimindeki bencilliğimizin
bedelini de parçalanana kadar üzerinden inmeyerek bize ödetti. Zaten ondan
fırsat bulup ne zaman bir tur atayım desem düşerdim. Bisiklet benim için
dizlerimdeki yara izleriydi.
Bu yüzden büyüyünce yeniden edinmeye
kalkışmadım. Hadi adalara gidelim bisiklete binelim fantezisini hiç kurmadım. Çevremde,
iki teker üzerinde memleketi pedal pedal turlayan, hatta hızını alamayıp
Kaçkarlar’a tırmanan arkadaşlar olmasa, aklıma geleceği yoktu. Ama onlar
sayesinde -peşlerine takılmaya cesaret edemesem de- bisikletin “çocukluk sevdası”
olmadığını öğrendim. Ayrıca bisikletsever Aydan Çelik’i tanıma fırsatı buldum
ve Çelik’in Bi Tur Versene kitabını
böylece ıskalamamış oldum.
Kitaptan söz etmeden önce yazarını anlatmak
lazım. Zira Çelik bu müstesna kişiliğe sahip olmasaydı, ortaya sadece bisiklet
meraklılarına değil, herkese söyleyecek sözü olan bu eser sanırım çıkmazdı.
Aydan Çelik kendini “çizer, deplasmanda yazar”
olarak tanımlıyor. Yani asıl işi çizgiyle. Onun çalışmalarıyla dergilerde,
çocuk kitaplarında ya da İşçi Filmleri Festivali’nin afişlerinde
karşılaşmışsınızdır. Hiç olmadı, geçen İstanbul Bienali kapsamında İstanbul
Modern’de düzenlenen “Musibet” sergisindeki “İnşaat ya Resulullah” adını
taşıyan çalışmasını mutlaka görmüşsünüzdür. Memleketteki rantsal dönüşüme, TOKİ
rezaletine daha fiyakalı bir eleştiri yapılamazdı herhalde.
Çelik’in bu meziyetlerinin yanında “entelektüel,
tarih meraklısı, kapitalizm karşıtı, çevreci değil tam anlamıyla ekolojist” (bu
sözleri Bağış Erten’in yazdığı önsözden arakladım) olduğunu da vurgulamak gerek. Haliyle kitabın panoraması epey geniş.
Bi Tur
Versene, onun iki “işini” buluşturan bir albüm kitap. Yani
çizimler yazılarla iç içe. Ama bunlar başta söylediğimiz gibi sınırlı, sıradan ürünler
değil. Bir sayfayı açtığınızda Eugene Delacroix’in ünlü Özgürlük, İnsanlığa Yol Gösterir tablosuyla karşılaşıyorsunuz.
Fakat bu kez insanlara bayrak yerine bisiklet yol gösteriyor. Başka bir sayfada
Can Yücel’e selam gönderilmiş. Can Baba bisikletinin selesinde şiirleri ve içki
şişeleriyle, gökkuşağının üzerinde ilerlerken gülümsüyor. Sonraki sayfalarda beresinde
bisiklet figürüyle Che var. Karl Marks da bisiklet için söylediği “İnsan
olmanın olanaklarını tümüyle gerçekleştiren ve hiç sakınca barındırmayan tek alet”
deyişinin aktarıldığı “Karl’ın Arabası” yazısının hemen yanında, arkasına
takılmış Sevimli Hayalet Casper’a kuşkuyla bakarken görülüyor. Tolstoy
çiziminin altına ise şu notu düşmüş Çelik: “Tolstoy bisiklet sürmeyi
öğrendiğinde tam 67 yaşındaydı. Bugün Tolstoy’un Bisikleti diye bir mefhum var.
Hiçbir şey için geç olmadığını söyler bu mehfum. Bisiklet hakkındaki en
‘havalı’ vecizelerden biri yine bir Rus’a, Leon Trotsky’e ait. ‘Rusya gibi
yoksul bir ülkede, bırakın insan, iki teker ve bir zincirin üstünde kendini bulsun
ve farkını fark etsin, gururu bisikletin lastikleri gibi şişsin’ derken belki
Tolstoy’a gönderme yapıyordu. Büyük yazar yoksul değildi ama kalbi hep onlardan
yana attı.”
Yazılarında ise Aydan Çelik yine binmiş şeytan
icadına, bizi oradan oraya götürüyor ve yolculuk boyunca hikâyeler, anekdotlar
aktarıyor. Cin Ali’yle de karşılaşıyorsunuz, Hasan Âli Yücel’le de... Pir
Sultan Abdal da var, Dadaloğlu da... Bir sayfada Sisifos Söylemi’ni
okuyorsunuz, bir diğerinde silikozis hastalarının acılarını.. Konular
birbirinden çok farklı olsa da, bisiklet hepsini buluşturuyor ve kitap derli
toplu bir kurguyla sürüp gidiyor. Tarih, edebiyat, sinema ve elbette ki spor metinlerin
sık uğradığı durakları oluşturuyor...
Dikkatinizi çekmiştir, son dönemde bisiklet
politik hareketler içinde bir enstrüman olarak da kullanılıyor. Sayıları her
geçen gün artan “bisikletli gruplar”, özellikle doğa kıyımlarına karşı, HES ya
da nükleer santral projelerini protesto gösterilerine kitlesel olarak
katılıyorlar. Fosil atıkların neden olduğu yıkıma, şehirlerin otomobiller
tarafından işgal edilmesine muhalefet ediyorlar. Barış için pedala basıyorlar. Bunda
bisikletin sınıfsal bir araç olmasının da rolü var. Zaten kitap da adına sınıfsal
bir göndermeyle kavuşmuş. Bir söyleşisinde şöyle diyor Çelik: “Bi Tur Versene, bisikleti olmayan
onlarca çocuğun, mahallede bisikleti olan tek çocuğa yakarma cümlesidir. Ki o
çocuk büyük ihtimal ya kaymakamın ya da bir Alamancı’nın oğludur. Belki de
Adalet Ağaoğlu’nun Fikrimin İnce Gülü’ndeki
Sarı Mercedesli Bayram’dır.”
Milan Kundera “Yavaşlık hatırlatır, hız
unutturur” demiş. Bugünümüzde daracık yaşam alanlarımızda oradan oraya
koştururken ya da evlerimizde aptal kutularının önünde esir alınırken hep “bir
an önce unut” düsturuna maruz kalıyoruz. Yalnızlığını unut, geçim sıkıntını
unut, çocukluğunu unut, ilk aşkını unut, hayallerini unut, en iyisi toptan
benliğini unut... Oysa esas olan bu dayatmayı bertaraf edip hafızası her zaman
selemizde taşımak... Bir öğretmenin maaşından artırıp güçlükle aldığı pembe
bisikletle boş arsalara dönmek, dizdeki yarayı çocukluğum diye sevmek...
Aydan be, bi tur versene...
*****
Kitabın
hemen başında yer alan Bisiklet Manifestosu’ndan:
Eşitliktir: Bazen o sizi taşır, bazen siz onu.
Özgürlüktür: Ferman padişahınsa dağlar
bizimdir.
Kardeşliktir: Bir ağaç gibi tek ve hür öte
yandan.
Tevazudur: Estağfurullah beri yandan.
Çocukluktur: Hayatla izdivacın balayı
günlerinden.
Aylaklıktır: Akreple yelkovana nispet.
Sükunettir: Ne der filozof: Gürültü, zekâyla
ters orantılıdır.
İdraktir: Hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık.
Rüyadır: Üç yaşında başlar, hayat boyu sürer.
Hayal gücüdür: Durduğunda devrilir.
Dengedir: Statükoyla alakasız.
Şeytan arabasıdır: İtaat mi, o da kim?
Bahardır: Papatyalarla aynı nebattan.
Yazdır: Yaz yaz bitmez bir metnin iki noktası.
Kıştır: Her mevsim Vivaldi.
Kendisidir: Doğan görünümlü Şahin değil.
Devrimdir: Gerçekçi olur imkânsızı ister.
Ütopyadır: Ayakları hep havada.
Kırmızıdır: Hayali cihana değer, hele bir
ihtimal iken.
Muhaliftir: İktidara müdanasız.
Mesttir: Ömer Hayyam’ın üzüm suyundan.
Bir lokma bir hırkadır: Derviş soyundan.
Şehrazat’tır Bahdağ’ta: Binbir geceden
sözülür.
Bi tur versenedir: Boş arsaların ranta yenik
düşmediği zamanlardan.
Aşüftedir: Yoldan çıkarır.
Mor Külhanidir: Kendi kendine çalan davul
zurna.
Rocinante’dir: Don Quijote’nin altında olsaydı
değirmenler bizimdi.
İsyandır: Bush’u iki kere dehledi üzerinden.
Köroğlu’dur: Otomobil icat olur mertlik
bozulur.
Tek kişilik karnavaldır: Dünyanın sokaklarından.
Müslüman mahallesinde salyangozdur: Eyvallahı
yoktur âleme.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder