22 Kasım 2014 Cumartesi

Aydan Çelik'in "Bi Tur Versene" kitabı hakkında - 1 Mayıs 2013

Aydan Çelik'in "Bi Tur Versene" kitabı üzerine..

Zincirle Özgürlüğü Buluşturan Zımbırtı

Babasının bisiklet alabildiği şanslı veletlerdendim ben. Üç kardeş ortak kullanacaktık, ama ablam ve benim ısrarımla seçilen pembe bisikletin sefasını erkek kardeşim sürdü. Renk seçimindeki bencilliğimizin bedelini de parçalanana kadar üzerinden inmeyerek bize ödetti. Zaten ondan fırsat bulup ne zaman bir tur atayım desem düşerdim. Bisiklet benim için dizlerimdeki yara izleriydi.

Bu yüzden büyüyünce yeniden edinmeye kalkışmadım. Hadi adalara gidelim bisiklete binelim fantezisini hiç kurmadım. Çevremde, iki teker üzerinde memleketi pedal pedal turlayan, hatta hızını alamayıp Kaçkarlar’a tırmanan arkadaşlar olmasa, aklıma geleceği yoktu. Ama onlar sayesinde -peşlerine takılmaya cesaret edemesem de- bisikletin “çocukluk sevdası” olmadığını öğrendim. Ayrıca bisikletsever Aydan Çelik’i tanıma fırsatı buldum ve Çelik’in Bi Tur Versene kitabını böylece ıskalamamış oldum.

Kitaptan söz etmeden önce yazarını anlatmak lazım. Zira Çelik bu müstesna kişiliğe sahip olmasaydı, ortaya sadece bisiklet meraklılarına değil, herkese söyleyecek sözü olan bu eser sanırım çıkmazdı.

Aydan Çelik kendini “çizer, deplasmanda yazar” olarak tanımlıyor. Yani asıl işi çizgiyle. Onun çalışmalarıyla dergilerde, çocuk kitaplarında ya da İşçi Filmleri Festivali’nin afişlerinde karşılaşmışsınızdır. Hiç olmadı, geçen İstanbul Bienali kapsamında İstanbul Modern’de düzenlenen “Musibet” sergisindeki “İnşaat ya Resulullah” adını taşıyan çalışmasını mutlaka görmüşsünüzdür. Memleketteki rantsal dönüşüme, TOKİ rezaletine daha fiyakalı bir eleştiri yapılamazdı herhalde.

Çelik’in bu meziyetlerinin yanında “entelektüel, tarih meraklısı, kapitalizm karşıtı, çevreci değil tam anlamıyla ekolojist” (bu sözleri Bağış Erten’in yazdığı önsözden arakladım) olduğunu da vurgulamak  gerek. Haliyle kitabın panoraması epey geniş.

Bi Tur Versene, onun iki “işini” buluşturan bir albüm kitap. Yani çizimler yazılarla iç içe. Ama bunlar başta söylediğimiz gibi sınırlı, sıradan ürünler değil. Bir sayfayı açtığınızda Eugene Delacroix’in ünlü Özgürlük, İnsanlığa Yol Gösterir tablosuyla karşılaşıyorsunuz. Fakat bu kez insanlara bayrak yerine bisiklet yol gösteriyor. Başka bir sayfada Can Yücel’e selam gönderilmiş. Can Baba bisikletinin selesinde şiirleri ve içki şişeleriyle, gökkuşağının üzerinde ilerlerken gülümsüyor. Sonraki sayfalarda beresinde bisiklet figürüyle Che var. Karl Marks da bisiklet için söylediği “İnsan olmanın olanaklarını tümüyle gerçekleştiren ve hiç sakınca barındırmayan tek alet” deyişinin aktarıldığı “Karl’ın Arabası” yazısının hemen yanında, arkasına takılmış Sevimli Hayalet Casper’a kuşkuyla bakarken görülüyor. Tolstoy çiziminin altına ise şu notu düşmüş Çelik: “Tolstoy bisiklet sürmeyi öğrendiğinde tam 67 yaşındaydı. Bugün Tolstoy’un Bisikleti diye bir mefhum var. Hiçbir şey için geç olmadığını söyler bu mehfum. Bisiklet hakkındaki en ‘havalı’ vecizelerden biri yine bir Rus’a, Leon Trotsky’e ait. ‘Rusya gibi yoksul bir ülkede, bırakın insan, iki teker ve bir zincirin üstünde kendini bulsun ve farkını fark etsin, gururu bisikletin lastikleri gibi şişsin’ derken belki Tolstoy’a gönderme yapıyordu. Büyük yazar yoksul değildi ama kalbi hep onlardan yana attı.”
                                                                                           
Yazılarında ise Aydan Çelik yine binmiş şeytan icadına, bizi oradan oraya götürüyor ve yolculuk boyunca hikâyeler, anekdotlar aktarıyor. Cin Ali’yle de karşılaşıyorsunuz, Hasan Âli Yücel’le de... Pir Sultan Abdal da var, Dadaloğlu da... Bir sayfada Sisifos Söylemi’ni okuyorsunuz, bir diğerinde silikozis hastalarının acılarını.. Konular birbirinden çok farklı olsa da, bisiklet hepsini buluşturuyor ve kitap derli toplu bir kurguyla sürüp gidiyor. Tarih, edebiyat, sinema ve elbette ki spor metinlerin sık uğradığı durakları oluşturuyor...

Dikkatinizi çekmiştir, son dönemde bisiklet politik hareketler içinde bir enstrüman olarak da kullanılıyor. Sayıları her geçen gün artan “bisikletli gruplar”, özellikle doğa kıyımlarına karşı, HES ya da nükleer santral projelerini protesto gösterilerine kitlesel olarak katılıyorlar. Fosil atıkların neden olduğu yıkıma, şehirlerin otomobiller tarafından işgal edilmesine muhalefet ediyorlar. Barış için pedala basıyorlar. Bunda bisikletin sınıfsal bir araç olmasının da rolü var. Zaten kitap da adına sınıfsal bir göndermeyle kavuşmuş. Bir söyleşisinde şöyle diyor Çelik: “Bi Tur Versene, bisikleti olmayan onlarca çocuğun, mahallede bisikleti olan tek çocuğa yakarma cümlesidir. Ki o çocuk büyük ihtimal ya kaymakamın ya da bir Alamancı’nın oğludur. Belki de Adalet Ağaoğlu’nun Fikrimin İnce Gülü’ndeki Sarı Mercedesli Bayram’dır.”

Milan Kundera “Yavaşlık hatırlatır, hız unutturur” demiş. Bugünümüzde daracık yaşam alanlarımızda oradan oraya koştururken ya da evlerimizde aptal kutularının önünde esir alınırken hep “bir an önce unut” düsturuna maruz kalıyoruz. Yalnızlığını unut, geçim sıkıntını unut, çocukluğunu unut, ilk aşkını unut, hayallerini unut, en iyisi toptan benliğini unut... Oysa esas olan bu dayatmayı bertaraf edip hafızası her zaman selemizde taşımak... Bir öğretmenin maaşından artırıp güçlükle aldığı pembe bisikletle boş arsalara dönmek, dizdeki yarayı çocukluğum diye sevmek...

Aydan be, bi tur versene...


*****

 Kitabın hemen başında yer alan Bisiklet Manifestosu’ndan:

Eşitliktir: Bazen o sizi taşır, bazen siz onu.
Özgürlüktür: Ferman padişahınsa dağlar bizimdir.
Kardeşliktir: Bir ağaç gibi tek ve hür öte yandan.
Tevazudur: Estağfurullah beri yandan.
Çocukluktur: Hayatla izdivacın balayı günlerinden.
Aylaklıktır: Akreple yelkovana nispet.
Sükunettir: Ne der filozof: Gürültü, zekâyla ters orantılıdır.
İdraktir: Hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık.
Rüyadır: Üç yaşında başlar, hayat boyu sürer.
Hayal gücüdür: Durduğunda devrilir.
Dengedir: Statükoyla alakasız.
Şeytan arabasıdır: İtaat mi, o da kim?
Bahardır: Papatyalarla aynı nebattan.
Yazdır: Yaz yaz bitmez bir metnin iki noktası.
Kıştır: Her mevsim Vivaldi.
Kendisidir: Doğan görünümlü Şahin değil.
Devrimdir: Gerçekçi olur imkânsızı ister.
Ütopyadır: Ayakları hep havada.
Kırmızıdır: Hayali cihana değer, hele bir ihtimal iken.
Muhaliftir: İktidara müdanasız.
Mesttir: Ömer Hayyam’ın üzüm suyundan.
Bir lokma bir hırkadır: Derviş soyundan.
Şehrazat’tır Bahdağ’ta: Binbir geceden sözülür.
Bi tur versenedir: Boş arsaların ranta yenik düşmediği zamanlardan.
Aşüftedir: Yoldan çıkarır.
Mor Külhanidir: Kendi kendine çalan davul zurna.
Rocinante’dir: Don Quijote’nin altında olsaydı değirmenler bizimdi.
İsyandır: Bush’u iki kere dehledi üzerinden.
Köroğlu’dur: Otomobil icat olur mertlik bozulur.
Tek kişilik karnavaldır: Dünyanın sokaklarından.

Müslüman mahallesinde salyangozdur: Eyvallahı yoktur âleme.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder