İstanbul
Rumlarının hikâyeleriyle 6-7 Eylül olaylarını hatırlamak
Hasretim
İstanbul...
Lozan Mübadilleri Vakfı’nın
gerçekleştirdiği “Hasretim İstanbul”
projesinin meyvelerinden olan aynı isimli sergi, İstanbul, Atina ve
Selanik’teki yolculuğunun ardından, 6-7 Eylül olaylarının yıldönümde Ankara’da
açıldı. Çankaya Belediyesi’nin işbirliğiyle düzenlenen, belediyenin Müze
Çankaya adındaki yeni sergi salonundaki etkinlik 20 Eylül’e kadar devam edecek.
Vakıf üyelerinden, genel sekreter Sefer Güvenç, Çimen Turan ve Müfide Pekin’in
hazırladığı proje için Atina ve Selanik’te yaşayan 47 Rum ile yüz yüze
görüşmeler yapıldı. Bu görüşmelerden elde edilen görüntü kayıtları, fotoğraflar
ve belgelerden, söz konusu sergi, Tahsin
İşbilen’in yönetmenliğini yaptığı belgesel ve kapsamlı bir katalog kitap
oluşturuldu.
‘İstanbul’u
seviyorum ama kalamam’
İstanbul’da 1930’da 130 bin Rum
yaşıyordu. 2013’ye gelindiğinde bu sayı 2000’den az. Rumlar 30’larda gitmeye
başladılar. Yunan tebaalıların 1964’te sınır dışı edilmesiyle de asıl göç
yaşandı. Ancak 6-7 Eylül olayları, onlara “artık
burada bana yaşama şansı yok” diye düşündüren huzursuzluklar silsilesindeki
ilk darbe oldu.
1946 Beyoğlu doğumlu Georgios Lefkaros sergide hikâyesi
aktarılanlardan biri. Lefkaros, 6-7 Eylül olaylarının yarattığı duyguyu şöyle
anlatıyor: “Babamın Kallavi Sokağı’nda
terzi dükkânı vardı. Dükkân yıkıldı. Bütün kumaşlar, makineler...
Okulumuz yakıldı, yıkıldı. Bütün bunlar üzerimizde bir tepki yarattı.
Abim, o zaman 16 - 17 yaşındayken ‘ben burada kalamam, ben gitmek istiyorum’ dedi. Babam borç alarak yeniden yaptı
dükkânı. Yine de abim ‘ben İstanbul’u seviyorum ama burada kalamam’ dedi. Çok zor bir hayal kırıklığı oldu.”
‘Kilise
mum gibi yandı’
Olaylarda evler, işyerleri, okulların
yanında, kiliseler ve hatta mezarlıklar da harap edildi. 1945 Samatya doğumlu Themistoklis Pahopulos,
mahallelerindeki Aya Konstantin Kilisesi’ne yapılanları “Unutmam, o anı unutamam” diye vurgulayarak anlatıyor: “Gruplar halinde geldiler kamyonların
üzerinde. İlk olarak Aya Konstantin Kilisesi’ne indiler. İlk hedef bu inanılmaz
güzel, zengin bezemeler içeren ibadethane oldu. Zenginlik derken bunun bir
azınlığa ait zenginlik olduğu düşünülmesin; Türkiye’ye ait bu zenginlik,
devlete ait. Ulusun zenginliğiydi. İşte bu ulusun zenginliğini mahvettiler.
Yakıp yıktılar. ... Arka bahçeden kocaman kilisenin mum gibi yanışını seyrettik.”
Selam
verin yeter...
Bir tarafta yağma, yıkım ve tehditler
sürerken, diğer tarafta pek çok Türkiyeli, yaşananları engellemeye, en azından komşularının
hayatını kurtarmaya çalıştı. Görüşmelerde sıkça tekrar edilen bu vefa
anılarından birini 1931 Kadıköy doğumlu Amarillis
Georgantidu aktarıyor: “Hadiselerde
ben hamileydim, oğlana... Ve hiç unutamayacağım bir şey oldu. Babamın bir Türk
arkadaşı geldi. Bana diyor ki; ‘Sen kızım hiç çarşıya çıkmayacaksın. Ne
istersen ben alacağım. Ekmeğini bile ben getireceğim’. Adam her gün geliyordu; ‘İhtiyacın var mı?’. Ondan sonra kocam pahalı bir kalem hediye etmek istedi. Adam dedi
ki; ‘Ben bu hediyeyi kabul etmeyeceğim. Ancak bana bundan sonra selam
verirseniz çok memnun olacağım’. O
kadar. Bu hiç aklımdan çıkmıyor.”
‘İstanbul,
anam gibi…’
Rumlar, yaşanan iyi ve kötü anıları hiç unutmadılar.
Her şeye ragmen İstanbul’u özlemeyi de sürdürdüler. “Hasretim İstanbul” proje de adını, bu özlemden aldı. 1944
Edirnekapı doğumlu Kalyopi Sofiadu,
“İstanbul’u özlüyorum tabii” diyor:
“İstanbul canımdan, içimden, aklımdan
çıkmıyor. Uykumda ev gördüğüm zaman İstanbul’daki evimi görüyorum. Başka ev
görmüyorum.” 1943 Beyoğlu doğumlu Spiros
Kyriakopulos ise duygularını kısacık bir cümleye sığdırıyor: “İstanbul doğdudum yer, anam gibi...”
Daha nice yaşamöyküsünün aktarıldığı,
Türkiye tarihindeki karanlık bir dönemle yüzleşme imkânı sunan sergi 20 Ekim’e
kadar görülebilecek. Ancak dileyenler serginin katalog kitabını İstanbul’daki
Lozan Mübadilleri Derneği’nden edinebilirler. (www.lozanmubadilleri.org.tr)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder