22 Kasım 2014 Cumartesi

Vicdani retçi Halil Savda'yla söyleşi - 1 Eylül 2013

"Yürümek" belgeselini yönetmeni Deniz Şengenç ve "kahramanı" Halil Savda ile konuştuk

'Daha çok özgürlük için barışmak'

Vicdani retçi Halil Savda, 1 Eylül 2012’de, yine bir Dünya Barış Günü’nde, Uludere’den Ankara’ya yürümeye başladı. Kürt meselesi odağında, savaşın yarattığı insan hakları ihlallerini göstermek; iktidarın, siyasi partilerin, örgütlerin, toplumun her bireyinin yaşananlarla yüzleşmesini sağlamak için yürüdü. Ona göre Uludere’deki katliam “insan hakları ihlallerinin en açık ifadesiydi”. Bu nedenle yürüyüşüne ateşin düştüğü yerden başladı.
Yol boyunca hiç yalnız kalmadı. Çatışmalarda evladını kaybeden Türk aileleri, Kürt aileleri ona eşlik ettiler. Mola verdiğinde sofralarındaki ekmeği paylaştılar. Barış talebi insanları yol boyunca buluşturdu.
Savda’ya Adana’yı geçtikten sonra, Toroslar’ı tırmanırken Deniz Şengenç ve ekibi katıldı. Şengenç, öncesinde iki kısa filmi olan genç bir yönetmen. Savda’nın eylemini kameraya alması önerildiğinde, ilk uzun metraj belgeselini çekmek üzere soluğu yanında aldı. Sonra da günde ortalama 30 kilometre kat ederek kalan yolu hep birlikte yürüdüler.
Yolculuk 50 gün sürdü. 20 Ekim 2012’de Ankara’ya vardıklarında Şengenç’in elinde 70 saatlik görüntü vardı. O görüntülerden, Melek Ulagay Taylan’ın yapımcılığında, Çiğdem Mater ve Nesra Gürbüz’ün kurucusu olduğu Ret Film bünyesinde “Yürümek” belgeseli yaratıldı.
Savda’ya yürüyüşünde eşlik edenler ya da bir yerde onunla yolu kesişenler filmin de doğal oyuncuları oldu. “Karadeniz’in erkek dünyasından gelen Serap, Kürt öldürmek isteğiyle komando olup PKK’ye esir düşen eski asker İbrahim, 20 yıldır İngiltere’de yaşayan çevirmen Emine, Diyarbakırlı türkücü Evindar, Uğur Kaymaz’ın katlinin şahitlerinden Aldulhakim ve militarizmin erkek odaklı olduğuna inanan Munzur” hikâyeleriyle belgesele katıldılar.

‘Hepimiz aynı değerdeyiz’
Aralarından birinin hikâyesi ise Savda’nın eylemiyle örtüşüyordu. 25 yıldır yaşadığı Almanya’dan yürüyerek Anadolu’daki köyüne dönen İsmail Altay ile ekibin yolları buluştu ve Altay da filmde yer aldı. “8 ülke geçmişti, sanırım 6 aydır tek başına yürüyordu” diyor Şengenç: “Herkesin doğduğu yerde haysiyetiyle yaşama hakkı için yoldaydı. Aynı zamanda Mezopotamya’nın kan gölüne değil, yeniden bağa bahçeye dönmesi için yürüyordu. Çünkü bir kuştan, bir ağaçtan, bir taştan daha önemli değiliz. Bir Türk bir Kürtten, bir Ermeni bir Araptan değerli değil. Hepimiz değerliyiz, aynı değerdeyiz.”

‘Barışmak zorundayız’
Şengenç “Yürümek”i, “Barışı talep eden insanların, barışı isteyen insanlarla karşılaşmasını görünmez bir kamerayla belgelemiş bir film” olarak tanımlıyor. Ona göre film, insanları Kürt meselesine ilişkin yönlendirmiyor, Savda’nın eylemi süresince tanık oldukları gibi “insanları barış talebinde buluşturuyor”. Geçenlerde gerçekleştirdikleri galada da buna şahit olmuş.
Tam burada, “Bu toprakların çocukları birbirini öldürmeye sevdalı değil” diyerek söze karışıyor Halil Savda: “Devletin politikaları ve PKK’nin bu politikalara karşı silahlı mücadele yürütmesi bir savaşa yol açtı ve artık bunun tamamen durması gerekiyor. Toplum zaten savaş istemiyor. Bundan Türkler de Kürtler de zarar görüyor. Savaşta hepimizin ekmeği azalıyor. Daha çok ekmek için, daha çok özgürlük için barışmak zorundayız.”

HÜKÜMET SURİYE’DE SAVAŞ KIŞKIRTICILIĞI YAPIYOR
‘O ateşte hepimiz yanarız’
Suriye’ye müdahaleden, yeni bir savaşın kapımıza dayandığından söz açıldığında, Savda, yürüyüşü süresince de Suriye’de iç karışıklıkların olduğunu, hükümetin savaş kışkırtıcılığı yaptığını anımsatıyor. “Komşu ülkede ateş varsa, sizin ona su dökmeniz gerekir, benzin değil. Hükümetin Suriye politikası barışçıl olmalı. Yoksa o ateşte hepimiz yanacağız. Reyhanlı’da yandık da” diyor.
“İnsanların barışa değil savaşa ikna edilmeye çalışıldığı” görüşündeki Şengenç ise sözlerini şöyle sonlandırıyor:
“Hem kavgalı mıyız ki barışalım? Hiç kimse parçalanmış çocuk bedenlerini ağaçlardan toplamak istemez. Hiç kimse her gün üç basamaklı sayılarla ifade edilen insan ölümlerini kanıksamak, ‘tüh tüh bugün de bu kadar insan ölmüş’ demek istemez. Hiç kimse anılarında, aile hatıralarında katliam, kan, ölüm taşımak, çocuklarına, torunlarına vahşeti aktarmak istemez. İnsanların artık oturup barışın ütopik, romantik bir şey olmadığını konuşması ve çözüm yaratması gerekiyor.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder